DEVAK - Faaliyet Raporu 2023

FATMA NUR AKYALÇIN Koç Üniversitesi, Tıp Psikoloji – ÇAP İçimizdeki Çocuğa… Bir küçük kız çocuğu, kalabalığa karışmış. Elinde sarı, uzun saçlı bebeği. Sokağın tozu bulaşıyor bebeğin saçlarına. Yürüyor, küçük adımlarıyla. İnsanlar hızlı hızlı geçiyorlar yanından, nereye gidiyor tüm bu insanlar? Gittikleri yerde mutlu mu olacaklar? Neden bu kadar hızlı yürüyorlar, bir şeyden mi kaçıyorlar yoksa? Gökyüzüne baktı küçük kız. Bugün kaç kişi fark etmişti acaba bulutların desenlerini. Üzüldü bulutlar için. Kimsenin onlara iltifat ettiğini duymamıştı, oysa bunun için ne kadar çok fırsatları vardı. Yoksa bu büyük insanlar her gün gördükleri güzelliklere kör mü olmuşlardı? Sabahtan akşama kadar ne çok vakit vardı. Ama bu büyüklerin nasıl oluyorsa hiçbir şeye vakitleri olmuyordu. Acaba büyüdükçe zaman daha mı hızlı akıyordu? Ayakkabıları ayaklarını sıkıyordu küçük kızın, çıkartmayı düşündü ancak sokak çöp ve cam doluydu. Kim neden yere çöp atardı ki sanki, kim camları kırardı böyle? Her yer temiz olsa kimse ayakkabı giymek zorunda kalmazdı oysa. Hiç aklı yoktu bu büyüklerin, sanki yaşlandıkça düşünemez olmuşlardı. Peki ya sokaktaki hayvancıklar, neden onlara da ayakkabı yapmamışlardı? Onların ayaklarına cam batmaz mıydı, yoksa onların canı yanmaz mıydı? Sahi ayaklarına cam batarsa nasıl çıkartıyorlardı, hastaneye mi gidiyorlardı yoksa? Umarım hastaneleri uzakta değildir diye düşündü küçük kız, çünkü hiçbir hayvanı otobüse binerken görmemişti. Bir çocuğun ağlamaya başla- masıyla irkildi küçük kız. Dikkatle izledi çocuğu. Yanın- daki büyük kadın neredeyse sürükleyerek yürütmeye çalışıyordu onu. Daha da yaklaştı küçük kız. Çocuk yere düşen ve onlarca parçaya bölünmüş zavallı arabasını bu sokakta bırakmak istemiyordu anlaşılan. Yanındaki kadın ise o parçaların toplanamayacağını ve en yakın zamanda yenisini alacağını söylüyordu, tabii bir de acelesi olduğunu. Büyükler bilmezdi, anlamazdı oyun- cak dedikleri nesnelerin çocuklara arkadaşlık ettiğini. O kırılmış parçalar yeni alınacak pahalı oyuncak arabadan çok daha değerliydi. Çocuğu tanıyorlardı o parçalar, neyi sever, neyden korkar, ne zaman üzülür, neden ağlar… Hatta anne baba dedikleri büyüklerden çok daha iyi tanırlardı. Çünkü onların çocukları tanımaya vakitleri yoktu, hiç olmadı. Bebeğine daha sıkı sarıldı küçük kız. Ne sadık bir dost diye düşündü, yanımdan hiç ayrılmıyor ve ben ne söylesem sabırla dinliyor her seferinde. Büyükler dinlemeyi de unutmuşlardı, hep konuşmaya çalışıyorlardı. Oysa ne güzeldi dinlemek ne kolaydı. Yapmak gereken tek şey susmaktı. O da ne! Bir kadın vardı ileride, kucağında bir bebek. İkisinin de yüzü tüm sokağın tozunu toplamıştı sanki. Kadının önünde kesilmiş plastik bir şişe, içinde birkaç tane yuvarlak demir. Kadın elini kaldırıp Allah rızası için diyordu. İnsanlar geçip gidiyor, çoğu ondan uzaklaşıyor ve göz göze gelmemeye çalışıyordu. Kimdi ki Allah, rızası kimsenin umurunda değil gibiydi. Kadın çocuğum aç dedi, yine kimse oralı olmadı. Onlarca insan geçtik- ten sonra nihayet birisi birkaç yuvarlak demir daha bıraktı kadının avucuna. Anlayamadı küçük kız, bebek o demirlerle nasıl doyacaktı. Neden kimse kadına ekmek vermeyi akıl edememişti. Taze ekmek kokusu geliyordu burnuna, fırın çok yakında olmalıydı. Adımlarını kokuya doğru çevirdi küçük kız. Birkaç adım attı ki bir büyüğün upuzun bacakları çarptı ona. Yere düştü küçük kız. Bu büyükler de gözlerinin önündeki görmüyorlardı. Başları gökyüzüne değecekti neredeyse ama daha da büyüm- eye çalışıyor gibiydiler. Kocaman evler yapıyorlardı, yine de o koca duvarların içine sığamayıp daha büyüğünü istiyorlardı. Bir de resimli dikdörtgen kağıtlar vardı dillerinden düşmeyen. Onlardan biriktirmek için uyku- suz kalıp oradan oraya koşuşturmaya gönüllülerdi hep. Bir de çocukların saçmaladığını düşünürler. Düşünmek, büyüklerin işi. Hayal kurmaksa biz küçüklerin. Onların dünyası çok sıkıcı, bir yol ararken yolu kaybetmiş gibiler. Merak etmezler hiçbir şeyi, soru sorulmasına tahammülleri yoktur. Her şeyi en iyisini bildiklerini sanır büyükler. Söylene söylene yürürken küçük kız bir kahkaha duydu. Bir kadın renk renk pastel boyayla boyamıştı sanki yüzünü. Telefon denen ışıklı kutuya bakıp bakıp kahkaha atıyordu. Kadını izledi küçük kız. Kutudan ses geldiği an gülüşü anında soluyordu kadının. Büyüklerin sevinci nasıl bu kadar hızlı bitip başlayabiliyordu. Mutlu değilken bile o ışıklı kutuya gülmek zorundalardı sanki. Büyümeyi hiç istemedi o küçük kız, büyümedi de zaten. Bulutlara, güneşe, gökyüzüne baktı her gün. Çiçeklerle sohbet etti, sokakları arındırdı çöplerden. Tozlu yüzlü bebeklere süt verdi yuvarlak demirler yerine. Yalınayak yürüdü bazen, dizlerinin kanamasına izin verdi. Sustu, dinledi, dinle- meyi çok sevdi. Hep soru sordu, hep merak etti. Dilediğince saçmaladı, canı istediği kadar uyudu çoğu zaman. O da güldü o ışıklı kutulara ama kutunun sesinden sonra solmadı hiç gülüşü. Gülmeyi çok sevdi o kız. O resimli kağıtlar için değil kağıtların üzerinde kendi resimleri olsun diye çabalamaya karar verdi. Şimdi kendisi gibi çocuk kalanları biriktiriyor çevresinde, büyükleri anlamaya da hiç niyeti yok :) DEVAK FAALİYET RAPORU 2023 41

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=